Bu topraklarda İslamiyet her zaman belirleyici olmuştur.
Olmaya da devam edecektir. Ama bana öyle geliyor ki, İslam algımız
sürekli bir değişim halinde. Geleneksel İslam anlayışımızdan –belki de İslam’ın
özünden- sürekli uzaklaşarak farklı, daha şekilci, daha maddeci bir İslam
anlayışına yelken açıyoruz.
Son yıllarda, İslam adına özden çok şekli konuşur
olduk… Haksızlık, zulüm, hırsızlık, yetim hakkı yeme, devlet malına el uzatma
ne kadar günah olursa olsun gündemimizde değil… Ama şekil hep gündemde;
Başörtüsünü tartıştık yıllarca… Karşı cinsle tokalaşma/tokalaşmama, müzik günah
mı/sevap mı, sakal/sakalın şekli, yemek yeme adabı vb şekli unsurları
İslam’ın özüne ilişkin kavramlardan daha fazla konuşur olduk…. Abdestin
sünnetleri üzerinde saatlerce tartışabilen insanlar; bağımsızlığımızın,
vatanımızın ve milletimizin sembolü Türk Bayrağı üzerine basarak namaz kılmakta
beis görmediler…
Şekli, özün önüne geçirmekle de kalmadık… Dini
maddeleştirdik… Soyut olarak algılanması gereken, cennet, cehennem, sevap,
günah gibi kavramları somutlaştırmaya çalıştık…
“Cennet Cennet dedikleri/ birkaç köşkle birkaç huri/
İsteyene ver sen anı/ bana seni gerek seni” diyen Yunus’un İslam anlayışının ne
kadar uzağındayız… (1)
Allah Rızası için hareket eden mümin o kadar az ki…
Günlük hayatımızda “Bunu yapmak çok sevap”, “Şunu sakın yapma çok günah” gibi
cümleleri ne çok kullanıyoruz. İnsanları iyi eylemlere yönelten; “Allah
Rızası”, “Hâk”, “Adalet”, “Doğruluk” gibi kavramlar değil, “sevap kazanma
arzusu” veya “günaha girme korkusu… Zaman, zaman sorarım kendime, “Anne ve
Babasına sırf sevap kazanmak için bakan bir Müslümanın hareketi mi, anne ve
babasına onları sevdiği, insani bir görev olduğu için bakan Ateistin yaklaşımı
mı makbuldür?”Diye…
Bazen bu maddeleştirme işi o kadar abartılarak
yapılıyor ki… Mesela, bu dünyada somut olarak algılanması mümkün olmayan Cennet
olgusu bile somutlaştırılıyor, dünyevileştiriliyor. Cennet’te günde kaç kez
cinsel ilişkiye girileceğinden, kaç hurinin hizmetkâr olacağından -tabii ki
sahihliği tartışmalı hadislere dayanılarak- bahsedilebiliyor.(2)
Geçen gün bir televizyon kanalında bir hoca efendi
konuşuyordu. Konuyu livata ve zina konusuna getirdi… Şöyle olursa livatanın
günahı fazla, böyle olursa zinanın günahı fazla diye anlatırken odaya gelenler
oldu, erotik bir film izliyormuş gibi yüzüm kızardı, kanal değiştirmek zorunda
kaldım…
Ve aklıma bir fıkra geldi;
Zamanın birinde bir sultanlık varmış…
Sultanlık ekonomik krize girmiş. Gelirleri giderlerini karşılayamıyormuş.
Sultan vezirlerini toplamış, probleme bir çözüm yolu aramışlar, bulamamışlar…
Vezirlerden birisi, “Sultanım birde bizim Şehremini Şeytan Paşa’ya (3) soralım.
Adı üzerinde, şeytan gibidir, çok akıllıdır. O bir tavsiyede bulunabilir”
demiş… Sultan “çağırın o halde” demiş… Çağırmışlar Şehremini Şeytan Paşa’yı…
Problemin ne olduğunu anlatmışlar… Şeytan Paşa biraz düşündükten sonra
önerisini bildirmiş; “Sultanım ‘Baca Vergisi’koyalım. Tüten her bacadan günlük
bir akçe alalım.” Fikir Sultana makul gelmiş. Sadrazamdan başlayarak
vezirlerine sormaya başlamış. Hepsi, sorun çözüldüğü için gayet mesut ,
“Münasiptir”, “Krizi aşarız”, “Âla” şeklinde cevaplar vermişler… Sultan son
olarak da, ak sakalları beline kadar uzanan, bir eliyle de sakallarını okşayan,
vezirlerin aksine endişeli gözüken Şeyhülislam’a “Siz nasıl buldunuz” diye
sormuş.. Şeyhülislam, ağır ağır konuşmaya başlamış; “Bana sık, sık sorarlar;
Livata mı daha günah, zina mı diye. Bugüne kadar ben hep livatanın daha
günah olduğunu ifade ederdim. Ama bugün anladım ki, hep yanlış fetva vermişim”
Sultan merakla “Niye?” derken, bir yandan da bunun konuyla ne ilgisi var diye
düşünüyormuş… Şeyhülislam konuşmayı sürdürmüş; “Livata büyük günahtır. Ama
yapılır ve orda biter… Ama zina öyle bir günahtır ki, bazen Şeytan Paşa gibi
bir veled-i zina peydah olur, ‘Baca Vergisi’ diye bir vergi icat eder,
cümle ümmeti muhammedin ocağına incir ağacı diker. Kısacası zina günahının
sonuçları yıllarca devam edebilir. Bu nedenle anladım ki, zina livatadan daha
büyük bir günahtır..”
Fıkra bu…
Ama dua edelim de; bundan sonra Şeytan Paşa gibi
‘Veled-i Zina’lar etkili ve yetkili yerlerde olmasınlar…
1) Bu anlayıştan o kadar uzağız ki, Yunus
Emre’nin 10. sınıf ‘Türk Edebiyatı Ders Kitabı’nda yer verilen ilahisindeki bu
dörtlük, kitabın yayınevi olan Fırat Yayıncılık tarafından sansürlenmiş, kitabı
inceleyen Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’nun da
sansürlenmiş hali “Şiirden beklenen kazanımları sağladığı” görüşüyle
onaylamıştır. Geniş Bilgi için Bkz: http://www.radikal.com.tr/turkiye/yunusa_da_terbiye-1112732
2) Ali Rıza Demircan’ın kitapları bu konuda çok
ayrıntılıdır. A.Rıza Demircan, Yahya Kemal’in Sessiz Gemi’sinin aksine seferden
geri dönen varmış da onlardan duymuşcasına çok somut cennet tanımlaması
yapmaktadır… Keza Cübbeli Ahmet Hoca’nın da Cennette seks konusunda çok
ayrıntılı açıklamaları vardır..
3) Bana anlatılan fıkrada Şeytan sıfatının yanında
bir de isim vardı ama o ismi taşıyanlara haksızlık olur diye yalnızca sıfatını
kullanmayı tercih ettim. Okurken isteyen uygun gördüğü bir ismi
kullanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder